10 Mart 2014 Pazartesi

Ekşi Beşiktaş: Eskişehir Maçının Ardından

Ekşi Beşiktaş: Eskişehir Maçının Ardından: Türkiye'de şampiyonluklar sadece futbol takımlarının oynadıkları oyunla gerçekleşmiyor. Yıllar önce Aziz Yıldırım'ın söylediği, bazı...

9 Mart 2014 Pazar

şimdi yağmurlar ve biz senle ama ben sensiz

pencereden dışarı baktı, karşıda ki otelin önüne park etmiş bir otomobil, rengi solmuş, kırmızıdan, güneşin gönderdiği ışıkların ızdırabıyla yanmış renkleri, solmuş. yağmurlar çiseliyordu buğulu camlarına solmuş otomobilin. ağaçlar, sahte ağaçlar veya gerçek ağaçlar. gerçek ama büyük saksıdaki dört beş ağaç, ağaçlar rüzgarın sert tokatlarını sağlı sollu yiyorlardı. kitaba çevirdi kafasını, sarı yapraklar üzerindeki siyah puntolarla yazılmış öfke dolu bir profesörün sinema sırasındaki aşkına bakışını tasvirlemişti tanrı gibi yazar.
kulağında çalan müzik, sözleri dönüyordu beyninde,  kendimden geçtim ama,  olamadım bir tek sen, sen benden vazgeçtiysen ne olsam nafile… düşünüyordu acaba mutsuzluk neydi, cidden şuan neyi istiyordu, kimi ne yapmayı nasıl yapmayı. düşünüyordu ama gereksizdi galiba. şuan da düşünüyor şu dizeler yazılırken, her şey basit bir kitap dizeleri gibiydi, belki de daha fazlasıydı.bir şarkı daha, ben seni çok sevdim. ben sizi de çok sevebilirdim, ben herkesi çok sevebiliyorum, acılara rağmen verdikleri yaralara rağmen, düşüncesizliklerinin, umursamaz hallerinin acı yüzüne rağmen, sevebiliyorum, çok. düşünüyordu yine saçma şeyler başkalarına göre çok normal şeyler, o sadece olduğu gibiydi, içinde kalbinde, kime aşıktı veya neyi istiyordu çözmeye çalışıyordu.
saçlarını kadıköy iskelesinde hırçın bir günde denize rüzgarla bıraktığı o gün vapurda, dedi ki içinden seni unutuyorum sonsuza dek, ama çok değil 2 dakika sonra daha 2 gün önce vapurda ona sarıldığı yerde duruyorken gözleri hafif dolmaya başlamışken aslında hayatın sadece inkarlardan ibaret olduğunu fark etti, ama emin değildi hayatındaki hiçbir şeyden emin olmadığı gibi. son kıyafetlerini düşündü, o ilk kez renkli giyinmişti onun için, o ise hayatın sanki birer çelişki yumağı olduğunu hatırlatmak için siyahlar içerisindeydi, tek renk kırmızı saçları… ama unutmamak gerekiyor ki gri de bir renktir. ben ise gri kazağımı hiç çıkarmam üzerimden, bazen yükü ağır gelse de, aynı hediye edilmiş kahverengi kupa gibi, kırmayı düşünmüş ancak buna yeltenememişti bile.
hayat işliyordu, herkesin derdi, herkesin bir davası vardı, o ise yani ben, ben ise sadece gidiyordum önüme çizilmiş olabildiğine yamuk bu yolda, yollar çok engebeli, virajlar çok sert, ölümler çok ağır, yaşamak ise her şeye rağmen tatlı bir acıyla gelen birer şarkı sözü gibiydi bazen cem adrian’ın bazen ahmet kaya’nın bazen binlercesinin hafif melankolik veya ağır dram, hüzün içeren şarkıları gibi, şimdi susalım gece ve yağmur konuşsun.

5 Mart 2014 Çarşamba

katlime ferman

verilmiş çoktan haberim yokken, tarihler on dört, on üç on bir on sekiz temmuz falan, ben safça mutluluğuma devam ederken dört duvar arasında bir kanepenin üzerinde bağdaş kurmuş hayallerimle, o yavaş yavaş yok oluyor. nasıl oluyor bilmiyorum bazen diyor ki kayboluyorum, gerçekten kayboluyor günlerce gelmiyor saf ben saf ki saf bunları normal karşılıyorum da hata işte, yalan hata dolu her şeyiyle. o gidiyor benden hayallerimizden güzel hayallerimizden çok uzaklara, artık benim olmayacak çok yakında, 14 temmuz bitiyor, her şey.onun için, artık sana aşık değilim. milyonlarca kez hala bile aklımdan geçen bu cümle, sen nasıl kurarsın lan bu cümleyi ,içimdeki tarifsiz küfürler, lanetler. gözlerimde geçmişten kalan bir kaç gözyaşı, kaçıyorum nereye ufacık dört duvar arasında sıkışıp kalmışım. bir gece sonra on beş temmuz, on beş temmuzun ise daha farklı anlamlar var, oralar silindi artık hatırlayamayacağım,  saat on iki suları yani on altısına geliyor…
mutlu bir haber geliyor dünyanın o ana kadar ki en kötü haberinden saatlerce sonra, onu kaybetmişim ama onun için kazanmıştım bir şeyleri. işte yalnızlık bana orada başladı ve ne olursa olsun insanlar iyidir, mutlu olmalıdır ütopyası o anlarda yıkıldı ben artık olamazdım ne eskisi ne yenisi, sıkışıp kalmıştım.
artık sana aşık değilim derken ağlıyor muydu, ağlıyordu ama bir gün önce ne güzel de gülüyordu o muhteşem gözleri ile, bak hala seviyorum işte, sikerim ben böyle adaleti kuralı değil mi? gözlerim doldu bak sonralardan çok sonralardan, şu yazdıklarımın kimin gözünde ne değeri var ki, bu dert benim, derman bilinmez, doktorlar değil. hiçbir manası yok şunların benden başka kimse için, yalnızlık, kalabalığın içinde yalnızlık on beş milyonluk istanbul’da ki koca yalnızlığım, kalbim hafif değil artık, ben her gün seni arıyorum, sana benzerleri, senin gibileri.
artık sana aşık değilim, şuan da kulaklarımda inleyen tek nağme, bir de zeki müren.
neyse sana geleceğim bir kaç gün sonra onurumu gururumu ayaklar altına alıp sana, çünkü çok özledim seni, çünkü kalbim cayır cayır yeniyor ateşinle. seni özledim kadın, güzel kadın, kedileri seven kadın,  özledim.

4 Mart 2014 Salı

bu cuma uzaya kaçıyorum, yine.

arada kaçıyorum uzaylara, yalnız ve bi’çare.
kimsem olmadığından değil, kimseyi istemediğimden de değil, nedeni de yoktur, kafama esiyor kaçıyorum uzaya. uzay neresidir, bilmiyorum. kafama esiyor kaçıyorum, yine. bu cuma kaçıyorum, vaktim ancak o zaman boş, gidiyorum da ne yapıyorum, ne yapacağım gidiyorum işte daha ne olsun. tamam işte belleğime kazıyorum manzarayı, denizi, martılar, güzel kediler ve sokak köpeklerini, uzayda insanları izliyorum, bazıları yalnız, benim gibi değil, bazılarının sevgilisi var - bu kesinlikle benim gibi değil- bazıları arkadaşlarıyla, bak burada şanslıyım, arkadaş konusunda. işte bu cuma da kaçacağım, belki bir bira, belki iki bira, bir kitap, öfke adı kitabın. bir kaç fotoğraf benliğe kazınacak.
yalnızken düşünceler ağırlaşıyor da ben artık neyi düşüneceğimi düşünemiyorum, çok şey var. şimdi susuyorum, yoruldum bazı şeylerden.

korkarım

korkarım, ki korkuyorum her an seni karşımda görmekten, oysa ki ben isterim çok isterim seni görmeyi, karşımda, gözlerinin içinde yansımamı görecek kadar yakın, çok yakın. 
şimdi ise yakın ama uzak. belki bugün oturduğun binanın karşısında çay içiyorduk, veya yürüdüğün sahilde oturmuş bira içiyorduk biz, sen uzaklardan geçerken, veya yakınımdan, ama seni göremediğim noktalardan, ben belki burada karşılaşırım diye yolumu değiştiriyorum.
korkağım, mutsuz korkak. içimdeki fırtınalar, coşuyor, haklılar bir yanım seni delice görmek isterken başka bir yanım ise öylesine korkuyor işte! ya der ya der ki kalbim acırsa, acımıyor mu zaten hafif hafif. içten derinlerden gelen acılar, ah diyorsun ah neden!
hatıralar, korkarım onlardan da korkarım, içinde senin var olduğun her şey acıtıyor yüreğimi, parsel parsel bölüyor. düşünceler, ağırlaşıyor, ağır, ağır, yükü nasıl kaldırsın, bu sefil insan, kim sorar zaten bunu, kim düşünür ki! başkalarının kollarında olmak mı yükü hafifletir, kim senin değerinde olabilir bilmiyorum, şuan var mı yok mu bilmiyorum, kendimi bile bilmiyorum kadın, her şeyimi alıp giderken keşke durup napıyorum lan ben deseydin, demişsen eyvallah, demediysen ne diyeyim küfürler mi edeyim, küfürler etsem neye kifayet? 
yazmayın şu güzel şarkıları hüzünlü, sonra uyumadan önce, uyku öncesi derin düşüncelerin girdaplarında anamız ağlıyor. iyi geceler.

3 Mart 2014 Pazartesi

uykusuz uyku

gözleri şiş morarmış hafiften koyu, uykusuz, uyku ister falan.
yastık 2 adettir, biri ince yumuşak, biri onun zıttı.
biri kollarında bi’ sevgili gibi sımsıkı, diğeri kafasının üstünde, dünya mı ters!
ters olan dünya, düz olan yastık.
düşünceler? onlar hiçbir zaman doğru olmadı, ayaklar. buz gibi ranza demirlerine sürtüyor. titredi, uyandı, uyumuş muydu ki ? en son ne zaman uyumuştu, belki de uyumuştu ama bilmiyordu, kafası çok sersem, evde ekmek yok, domates var.
kokusu var, burnumda hafif meşrep, hafif yok olmuşluk içinde, son sarılışında saçlarının içinde ölmüştü, soğuk dolmuşların yanında dibinde, pembe, sen bilirsin. kokusu var hala hafif hafif, ama bu oda kokuyu bitirmiş, yok. şimdi saçların olsaydı, onların kokusunda, yok olsaydık, ben ve tüm hücrelerim. uykusuzluğa kesin çözüm, sonsuz uyku..
düz olan yastık bu gecede seninle uykusuz kaldık, onsuz uykusuz kalmaya devam edecek, geceler aydınlığa çıkacak, sürekli, biz ancak böyle.
neyse. hariçten gazelciler diyelim. kendimden geçtim amma bir tek olamadım sen, sen benden vazgeçtiysen ne olsam nafile, sen benden vazgeçtiysen ölsem bile beyhude, dinle dinle. sar başa dinle.
şimdi, beni hayaller, seni rüyalar bekler, ikimizi sabahlar karşılar, ben seni daha rahatsız etmeyeyim daha fazla.

27 Şubat 2014 Perşembe

hisler üstü

baktı ki anlatacakları çok tanıdık da çıkınca elbet anlatacak, tanıdık da derken samimi. Açar içini, açar denizler gibi, nehirler gibi konuşur, karşıdaki takar mı bilinmez, ama o anlatır, dertler çığ içinde zor tutulur koca parçalar halinde, susamaz, parçalar bütünleşir, dışarıda, kelimeler de tek tek bütün, ama ne bitmezmiş dertler, demişler derya hani aynı o biçim. sever gönül delicesine, kimilerini, birilerini, farklı kişileri, insanın içi mi yoksa sözleri mi çelişkilidir, kendi de bilmez, kimi sever gönül, kimi ister bu can bilmez, aldanır mı, aldatılır mı bilmez, gözleri mi güzel sözleri mi güzel ne bilir, kim bilir neyi bilir bilmez işte, sever sever unutmak mi için mi sever bu yürek yoksa can-ı gönülden bir aşk ile mi meşk eyler sevdiğini bilinmez, bilir ki ne leyla olur ondan ne şirin, ne ferhat olur kendisinden ne mecnun! o kendi çöllerinde, aşılmaz dağların göçüp giderken içinde sonsuz bir yalnızlığa, sever ümitsizce, hayallerinde kurar edepsizce, yapar, eder istemsizce susar ama konuşur ağzı, ama yürek hiç ötmeyen bir bülbül gibidir, altın kafeste özgürlüğünden uzak mı uzak bir bülbül gibidir, kimsesizdir, sessizdir, dertler dağ, dertler derya iken tek kelime edemez, işte o bülbül, işte o derdini anlatamayanlar, hiç anlatamamışlar, boş bankları bekleyenler, boş sokaklarda boş sokaklarda evet, oralarda aranırken, neyi aradığını bilmeden elbet, susalım da sessizlik konuşsun biraz.